30.4.09

İsimsiz blog .

Bu yazacağım en kısa blog olabilir ...
Arka fonda Fever ve Love Hurts arasına serpilmiş Jason Mraz melodileri yükselirken,
Kendimi yine düşünmeye verdim .
Ah, şimdi The Cure - Friday I'm in Love...
Evet, aşkı tanımlayan bir parça daha.
Sanırım benim aşkım da böyle bir şey; bugün havamda değilim, Salı ve Çarşamba kalbimi kırıyorsunuz, Perşembe seni umursamıyorum, bugün Cuma: Aşığım !
Ah saçma tabii. Ama yapabileceğim bir şey yok çünkü insanların ense köklerinden başlayıp midelerine kadar inen ve onlara acı çektiren o hissi tatmadım ve tadacağımı sanmıyorum. Her şey mantıkla işliyor benim vücudumda. Benimkisi beğeni üzerine yoğunlaşan bir durum. Tamamen hoşlanıyorum çoğu şeyden.
Hayranlığım hat safhada, herkese her şeye hayran kalabiliyorum.
Bu iyi mi kötü mü henüz kavrayamadım ama ergenlik herhalde.
Hani hormonal bir durum olsa herhangi bir kadına hayranlık duymam.
Amy Winehouse örneğin, o kadına da hayranım ben.
Bir zamanlar Bill Kaulitz , şimdi Jason Mraz...
Yani bilmiyorum, hepsinde bir parçamı buluyorum.
Jason Mraz'ın sesi muazzam, kendisi de tam istediğim canlılıkta.
Avakado tarlası var adamın !
Well you dawned on me and you bet I felt it...
diyerek sizi uğurluyorum efenim .






25.4.09

Nostalji

Yine bir bahar sabahı...
Uyandım .
Dün hiçbir şey yememiştim, kahvaltıyı seviyorum .
Bilgisayarım, ona resmen tapıyorum .
Annem sesleniyor ;
'Dışarı çıkalım . '
Duymasam da ;
'Begüm gel...'
Tekrar ediyor ;
'O zaman kardeşinle ilgilen . '
Duymuyorum , babama bir şeyler söylüyor .
Dayanamıyorum ;
'Tamam . ' diyorum.
Evden çıkıyoruz.
Önce Harem'e gidecekmişiz, iyi hoş .
The Cure'u incelemeye veriyorum kendimi , sevdim bayağı ...
Bir de baktım Selimiye'yi geçmişiz, çocukluğum geliyor aklıma.
Hala daha çocuğum ama, eskiler işte...
Düzenlenmiş iskeleden arabalı vapura biniyoruz .
Muazzam bir manzara ve açık hava eşliğinde martıları seyrediyoruz.
Kitap almıştım ama okuyasım gelmiyor,
Büyüye kapılarak sesimi bile çıkarmıyorum .
Eminönü'ne adım atıyoruz.
Eskilerin bir başka yanı geliyor aklıma.
Her sene mutlaka geliriz diyorum, gözlüklerimi düzelterek .
Önce bir kuyumcuya giriyoruz.
Mekan, Doğubank .
İşinde has olanların yeri yani ...
Altınların saflığını incelerken ,
Pasajın içine giriyoruz.
Birkaç merdiven sonra , Tufan Optik .
Burnuma şekerleme ve gazoz kokuyor buram buram .
Yine çocukluğum kendini ele veriyor .
Elini sıkıyorum Mehmet Abi'nin .
'Prensess ! ' demiyor bu sefer kimse bana , Tayfun Abi eksik bugün, selam söylüyorum .
Birkaç dakika sonra gazozum geliyor, köpürterek içiyorum .
Ferré, Gucci , D&G , Burberry , Ray-Ban , Zeiss ve bir sürü marka...
Köpüklerin çıkardığı sesi dinlerken, sağ tarafımda kalan aletleri inceliyorum.
Bu makineler senelerdir orada, benimle yaşıtlar galiba...
Mekan da öyle, ahşapları falan akranım sanki .
Annem ve babam Mehmet Abi'ye gözlüklerini yaptırırken ben de duvardaki resimlerle sohbet ediyorum, özlemişler beni .
Ben de onları özlemişim .
Gazozum bitince, işleri bitiyor bizimkilerin.
Resimlerle vedalaştıktan sonra, Mehmet Abi'nin elini sıkıyorum,
Tayfun Abi'ye selamlarımı ekliyorum ...
Dükkandan çıkıyoruz, her yer tıklım tıklım .
Cumartesi ve gündüz Sirkeci'de, işler böyle ...
Merdivenleri inerken etrafımı inceliyorum .
Bir zamanlar Genco'nun Yalan Dünyası'nda çizilen tipleri fazlasıyla görüyorum orada.
Anneme bir bakış atıp gülümsüyorum,
Annem de dişlerini gösteriyor.
Her yer bir sürü markanın taklitleriyle dolu,
Teknoloji hat safhada, Çin hayranlığı var .
Kimse yazıları okumadığı için ,
Bir kadına çarpıyor 'Dikkat çarpabilir!' yazan kapı .
Bizse sağlıklı bir şekilde dışarı çıkıyoruz.
Bir koku daha, salatalıkçı amca.
Her zamanki yerinde profesyonelce salatalıklarını soyuyor.
Hepsi aynı boy, soyulmadık bir milim yok hiçbirinde .
İşinin ehli bu adam da senelerdir.
Onun başarısını takdir ediyorum ,
Devam ediyoruz yola...
5 liralık tişörtler, 10 liralık elbiseler derken,
Konyalı'da buluyoruz aç bünyelerimizi.
İşinin ehli bir sürü insan daha , iştah açan bir sürü yemeğin yanında...
Sıradan tepsilerle ilerlerken, mükemmel yeteneklere sahip aşçılara yemeklerimizi söylüyoruz.
Fişleri aldıktan sonra eskiden olduğu gibi limonatamı ve profiterolümü alıyorum tepsime.
Kasaya uğrayıp yerimize geçiyoruz.
Yanımıza oturan 3 iri kıyım ve neşeli adamı izlerken yemeklerimiz geliyor.
Tabir caizse, yumuluyorum .
Karşımdaki amcayı izliyorum bu esnada,
Tam bir İstanbul beyefendisi...
Yemeğim bitmeye yakınken kalkıyor amca, elinde Kurukahveci Mehmed Efendi poşeti...
Yalnız mı acaba ?
Annem bana eğiliyor ;
'Deden de sağ olsaydı böyle olurdu herhalde... Eskiden en sevdiği lokanta burasıydı . '
Zevkli adam diyorum içimden ve yemeğimi bitirmeye koyuluyorum.
Deniz havasının iştahımı açtığını bahane ederken kalkıyoruz .
'2 lira , 2 lira ! ' diye bağıran adamdan Efe'ye çizim seti alıyor babam .
Küçükken bana da almıştı .
Adam ona 'orijinal kalem'lerinden de veriyor .
Bereket versin diyerek uzaklaşıyoruz oradan .
Yine o muazzam manzara eşliğinde vapura biniyoruz.
Bu sefer içerde gidiyoruz.
O da güzel oluyor ve Harem'de iniyoruz .
Denize nazır bir parkın önünden geçerken
Annem beni çocukken buraya çok kez getirdiğini söylüyor.
Bakıyorum, bizden başka kimse yok.
Salıncağıma biniyorum, kardeşim kaydırağımda kayarken...
Muhtemelen benimle yaşıt ağaçlarla kucaklaşmaya çalışıyorum her bir seferimde.
Aradan sızan güneşe merhaba diyorum onun duyacağı bir dille.
Saman kağıt gibi görünen duvarların üzerlerindeki sprey boyalara bakıyorum, her şey ne kadar yerinde...
Annemle tahterevallime biniyoruz, özlemiş beni, biraz da değişmiş sanki...
Onlara veda edip hakkımda konuşmaya bırakıyorum park oyuncaklarımı.
Arabamıza doğru yol alıyoruz .
Arabamıza bindikten sonra Selimiye'den Üsküdar'a iniyoruz.
O esnada eski evimizin önünden geçiyoruz ve ben bu sefer Gülay Teyze'ye el sallamayı unutuyorum.
Bu eksiklikle katlı otoparklardan birine park ediyoruz.
Bir çantacıdan babama cüzdan alıyoruz.
Küçücük dükkanın cüzdan ve çantalara ayrılması ve
Üç amcanın da işinin ehli olması yine takdirlerime sebep oluyor.
Dükkandan çıkıyoruz.
Balık Pazarı...
Hamsiler, somonlar, çipuralar...
Yine eskiler...
Oraya gidip de Tunç Gıda'ya uğramamak olur mu ?
Kahvaltılık ihtiyaçlarımız için o küçücük dükkana giriyoruz.
Adını hala bilmediğim abinin saçlarına aklar düşmüş, amca olmuş .
Hüzünleniyorum her bir tele baktıkça.
Harika bir el çabukluğuyla kahvaltılıklarımızı hazırlıyor .
Bir diğeri de hesabı kitabı kasaya aktarıp, annemin kartını istiyor.
Her şey çok çabuk oluyor .
Onların da işinin ehli olması beni garip bir empatiyle gururlandırıp,
Amca'nın bana bu sefer yeşil zeytin ikram etmemesiyle son buluyor .
Ben istemedim, yoksa ikram edecekti .
Oradan çıkıyoruz ve havuzun yanına oturmuş çingeneler dikkatimi çekiyor.
Ellerinde birer tavuk dönerli sandviç, ayranlarını yudumluyorlar hızlıca .
Aklıma benim bu öğlen yediklerim geliyor, hayıflanıyorum .
Katlı otoparka geri döndüğümüzde çarşıyı inceliyorum.
Sakil, fakir ama renkli...
Gururlu bir duruşu var Türk filmi jönü gibi.
Herkese açık olduğunu gösteriyor içinden geçen Land Rover jip .
Onun geniş gönlünde yerim olduğunu bilerek onu selamlıyorum ve arabaya biniyorum.
Evime gelip bilgisayarımı açıyorum.
Her şey bir nostaljiydi dyerek...

24.4.09

Getting Complicated

İlişkiler...
Bu kelimeyi kullanınca ne kadar da lüks bir şeymiş gibi göründü değil mi ?
Kast ettiğim şeyin ne olduğunu hemen açığa verdi :
Bir alt başlık olan ;
Kadın - Erkek ilişkileri...
Amanın, böyle söyleyince iyice içinden çıkılmaz oldu sanki ...
Kelimelerle telaffuz edilince insanı uzaklaştırıyor kendinden bu tip şeyler.
İki insanın arasındaki duygusal bir yakınlığın, bir insanı bu kadar korkutmasının sebebi ne olabilir ki ?
Çok açık bir şekilde ; mübalağa...
Çevresel etmen olarak çevrenin bu konuya karşı olan duyarlılığı(!)
İnsanı uzaklaştırıyor bunları düşünmekten .
İçten içe insan bir kız/erkek arkadaşı olsun ,
Onunla birçok şeyi paylaşsın ve kendine özel olsun istiyor.
Herkesin istediği insan türü farklı tabii oralara değinmeyeceğim .
Ama genel yargı, aklın mühim bir yer tuttuğu.
Ya da ben öyle düşünüyorum.
Ben ilişki denen şu kısır döngünün içinde yer almayı şu aralar istemeyenlerdenim.
Sanki ilişki beni gelmem için zorluyormuş gibi ...
Orası ayrı...
Bunu istememenin temel sebeplerinden biri , dış baskılar ...
Eğer benim bir ilişkim olsaydı ;
  • İnsanların tanıdığı, göz önünde olan bir ilişki olurdu olası ilişkim .
  • Erkek arkadaşım dediğim insan, tasarladığımdan çok başka biri olurdu.
  • Yakın arkadaşlarıma onu anlatmak istesem de , onların mutlaka bir önyargısı olurdu onun hakkında ve bir türlü onu istediğimce övemezdim.
  • Yavaş yavaş herkes hakkımızda konuşmaya başlardı.
  • Sıkılırdım.
  • Ayrılırdık.
Böyle bir şeyi şu anlık yaşamayacağım için uzaktan konuşunca böyle belki ama...
Bilmiyorum .
Sanırım henüz duyguları olgunlaşmadı kimsenin.
Fiziksel olarak büyüyüp duygularını yetiştirmedikçe ,
Yaşanan şeyin de tadına varılmaz bence .
Bahar geldi, herkes benim gibi değil tabii...
Bir sevgilisi olsun istiyor ...
Göz önünde olmak ...
Kısır döngü...
Bazıları var ki göz önünde olmasınlar ,
Onu kimse tanımasın ,
İnsanlar önyargısız olsun ,
Doya doya nasıl istiyorsa anlatsın onu...
Uzun sürsün her şey , tanıdıkça daha da sevsin .
Bulması kolay, kaybetmesi zor olsun ...
Onun olsun...
Ama bu kısır döngüde her şeyi bulması zor ve kaybetmesi kolay oluyor.
İşler tersine işliyor...
İsyankar olmak en iyisi sanki, ha ?
Zaten hep takdir edilenler isyancılar olur, kimse sesini çıkaramadığı için .
Umarım seni de takdir ederler Ali Can (:

20.4.09

Söz ( Hey )



Enrique Iglesias'ın o büyülü sesinin eşliğinde yeni bir bloga başladım.

Ecem hatırlattı ;

Ben bir söz verdim ve ona göre davranacağım.

Bunu iki gün kadar önce yaptım.

Daha doğrusu yaptık...

Ecem ve ben, Moda'da melankolik bir akşam geçiriyorduk.

Uf.Puf.Üf.Of.

Eşliğinde...
Sahile vardık, kayalardan birini zar zor seçtik ve bowlingden ağrıyan kollarımızı saldık.
Hala melankolik olsak da ,
Müzik açmaya karar verdim ben:
'Hey! - RHCP'
Şarkı bizi uyardı yeniden...
Sonra biz de uyarılmaya başladık...
Güneşten seratoninimizi aldık ,
Aklımıza gelen o aşk acılarını düşündük...
O kadar küçük geldi ki gözümüze
Önümüze bir martı konduğunda;
Etrafına bakınıyordu, tek derdi nereye uçacağını belirlemekti.
Birkaç saniye sonra uçtu.
Yukarı baktık, nasıl o kadar yükselebilir diye...
Biz de yükseldik o an...
Bir şeyler uyandı içimizde...
Garip bir mutluluk...
Uzun bir uykudan uyanmak
ve huzur...
Nirvana bile denebilirdi böylesine, abartmıyorum.
Ecem ne diyor bilmem ama benim hayatımın dönüm noktasıdır o.



Meraktan yolun sonuna kadar gelmişiz
Aşağı bakıyoruz kaç zamandır
Gördüklerimizi birbirimize aktarıyor, hayıflanıyoruz çoğu zaman...
Bazen oraya atmayı düşündük kendimizi hatta...
Uçurum olduğunun farkına varmayıp,

Onlara katılmayı...
Ama o gün fark ettik,
Birkaç adım geri gittik .
Kendi ağacımızın altındaydık,
Bizim ülkemizde...
Bizim mutluluğumuzda...
Kimsede olamayacak bir şey bu,
Aşağıdan bize tırmananlar olacak hatta.
Merak edecekler tıpkı bizim gibi.
Ama bizim bir farkımız var,
Biz misafir kabul ediyoruz.
Açık ve dobra olmaya devam ediyoruz.
Küçük olsak da kalplerimiz geniş...
En azından ben buna inanıyorum...


ve sevgili kardeşim,
Seni inan çok seviyorum.
Üzüldüğün anlarda her şeyi unutuyorum ,
Sevinçliyken nasıl kahkaha atıyorsam.
Benim için ne kadar önemli olduğunu kelimelerle anlatamam.
Bunu uzun süredir biliyordum
Ama bildiğimin farkına o gün vardım.
Doğru tercihler yapman ve
Mantığının duygularınla daha fazla çelişmemesi dileğiyle,

İyi ki varsın Ecem...
Hayata dönen kardeşin,
Begüm.

15.4.09

Ego ( Wet Sand )

Hani beklersin ya....
Sonsuza kadar dersin...
Kalbin deli gibi çarpar...
Midendeki kelebekler
Karın boşluğunu parçalar...
Beklersin...
O anlardan birini yaşıyorum.
Pijamalarımı giyip uykumun gelmesini bekliyorum.
Sorumluluk duygum yok.
Sorumsuzum ama özgürlük değil bu.
Rahatsız edici.
Dış dünya var ve bana geliyor boğuk sesi...
Tam içinde olmamanın verdiği huzursuzluk...
Ben o dünyaya ait değilim ki,
Burası benim dünyam.
Her şeyin sanal olduğu,
Beslenmeye ihtiyacın olmadığı,
Melankolinin bile yaşanamadığı bu salak yerdeyim.
Kendimi kurtaramıyorum ve boş boş bakıyorum
Bir gün ekran karşısında ölümü bulacaklar diye korkuyorum.
Hiçbir şey ama hiçbir şey istemiyorum şu anda.
Hiçbir yere sığamıyorum.
Rahat koltuğum o kadar batıyor ki kalçalarıma,
Kalkıp tepinebilirim.
Kakülüm gözümün önüne geliyor ve iteklemek istiyorum onu ordan
Koparmak...
Alnıma değen parmaklarım canımı acıtıyor.
Amaçsızlığım çığlıklara döndükçe
Lanetler okunuyor kulaklarıma
ve bana
Rahat batıyor yine...
Amaçsızlıklarımın içinde hayatıma garip bir arzu giriyor.
Sanki betonların arasından çıkan çiçekler gibi...
Sinir bozucu bir görüntü ve inanın
Nöronlarım parçalanıyor.
İçimdeki saçma ego yüzünden
Arzuladığım şey şu ;
Yanında kendimi güvende hissettiğim,
Heyecandan tir tir titrediğim,
Konuşurken kekelediğim ve
Her şeyiyle huzur dolduğum biri...
Çok mu zor ha ?
Adem ?
Ha ?
Don't fuck with me...

6.4.09

William Sheakspeare







"İnsanların çoğu
Sevmekten korkuyor, kaybetmekten korktuğu için..


Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.


Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.


Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için.


Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.


Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için."




Söze ne gerek... (:




4.4.09

Billy Jean.

Bugün yine bomboş günümün içinde güneş vardı. Bu sebepten seratoninim eksik kalmadı da multu bir gün geçirebildim. Kendimi Hiroşima-Nagazaki araştırması içinde buldum. Malum, dönem ödevleri...


Bir müddet sonra dünyadaki bu çirkin manzaraları gördüğüm pencereleri kapadım. Müziğin damarlarımda bir uyuşturucu gibi gezinmesini sağlayan adamın, Jason Mraz'ın şarkılarını aradım. Bulmak zor olmadı, dünya Mraz'ı seviyor.


Bir de baktım ki, Raul Midon'la düeti var. Dinledim. İliklerime işleyince bu şarkının ayda yılda bir dinlenmesi gerektiğini anladım. Rahatlamaya gerçekten ihtiyacımın olduğu anlarda...


Sayfaları tararken, tanıdık bir isim gördüm; "Billy Jean" .



Michael Jackson'ın aşkı tanımladığı o harika şarkı.


Düşündüm. Ne kadar da şanslı bir kadın. Uğruna şarkı yazılıyor, o kadar mistik yani. Çözemiyorsunuz. Michael'i cezbedebiliyor. Bu flörtözlüğe sahip. Cazibeye. Üstelik;


Billie jean is not my lover

Shes just a girl who claims that I am the one

But the kid is not my son

She says I am the one, but the kid is not my son


Düşününce bazı insanlar ne kadar potansiyel Adem olabiliyorsa, kendi içimdeki Billy Jean'i keşfettim. Henüz su yüzüne çıkmamış. İnsanlar ezip geçiyor, görmüyor. Ama Billy Jean'im ortaya çıktığında olacaklardan sorumlu değilim. Kendime güvenim geldi bir an için.


Tek ihtiyacım olan; zaman.


Lise yıllarımda hayranlara ihtiyacım yok. Tamam, egomu şişirerek beni anlık mutluluklara kavuşturabilirler. Ama ben, bu işi usturubuyla yapacak bir Billy Jean olmak istiyorum. Şu anda buna dönüşmeye çalışırsam, dün yazdığım kendini ispatlamaya çalışan ergen kızdan bir farkım olmayacak. Ben standart görünmekle iyiyim. Güzelliğe ihtiyacım yok. İmaj hiçbir şeydir, zeka her şey...


Bu arada, Ecem'in gönderdiği bir test sitesinde, mistik hayvanlardan Anka Kuşu çıktım.

Küllerimden doğmaya meğilliyim, gerçekçiyim ve hayallerim gerçek olmaya çok ama çok yakın.

Benden söylemesi...


She told me her name was billie jean, as she caused a scene

Then every head turned with eyes that dreamed of being the one

Who will dance on the floor in the round

3.4.09

Kimi istiyorsun?

Sabah normal vaktinde kalkıp okula gidenle, saç fönlemek için erken kalkan ergen kız arasına mesafe koymak lazım. Boya çuvalına düşmüş gibi suratlar, güzelim ben diye bağıran, vücut hatlarını meydana çıkaran kıyafetler, maskelerine sahtelik üzerine sahtelik katan lensler…
Bunlar sadece gözle görülen örnekler. Özellikle ergen erkeğin tercihi bu yöndedir.
Özellikle saflıklarını kullanmaları, içten içe ne kadar zeki olduklarının göstergesidir. Yürürken salladıkları kalçaları, ortama görsel bir afrodizyak yayar. Ergen erkek, hormonları gereği bundan çok etkilenir. Davranışlarını değiştirir. Her zaman dibinde olup, o kalçalardan nasibini almak ister. Bu uğurda yapabileceği her şeyi yapıp, gerektiğinde şaklaban olur.

Peki bu ergen erkeğin zararları nelerdir?

İlk olarak, bu temeli oluşturabilecek erkekler, çocuk yaşlardan dengesiz, yalancı, ikiyüzlü ve tabir caizse nabza şerbet veren cinsten olurlar. Bunları tespit edip, arkadaş listenizden seleksiyon yoluyla ayırmanız gerekir. Aksi halde bu potansiyel kalp hırsızının istemli ya da istemsiz yaydığı libidodan siz de nasibinizi alırsınız. Keza kızlar ergenliğe erkeklerden önce girer.

Peki ya standart ergen kızımız ne yapar?

Standart ergen kız, lise çağlarına gelmeden evvel de dahil olmak üzere ergenliği boyunca standart bir insan olduğunu kabullenmez. Çünkü toplumdaki tabu, standartın başta belirtilen özelliklerde olduğu yönündedir. Zekasını kullanmayı bilmeyen dişi toplumda her zaman tercih edilendir. (bkz. Aptal sarışın) Öpüşmeyi, rekor kırmak için gerçekleştirmekse standart olarak kabul edilen ergen kız tipinde görülür. Aynı zamanda değişik fantezilerin üzerlerine uygulanmasına da müsaade eder.

Bu sayılan sebeplerden ötürü asıl standart ergen kız, onlarla aynı kefeye konmaktan pek hazzetmez. Hatta kendini özel hissetmek ister. Amacına ulaşamasa da hayatından memnun görünmeye çalışır. Facebook’ta yayınlanan yeni albümlere değil imrenmek, direk kıskanarak bakar ve yakın arkadaşına MSN yoluyla çemkirir. Peki ya bu adalet midir? Güzel(küfür sansürlemek için kullanılmış bir kelimedir.) olmadıkça ilgi çekilemez mi? Sadece güzellerin mi çevresinde tapınan insan grupları olabilir ? diye düşünür. Genellikle kızlardan oluşan arkadaş çevresiyle çok geç saatler olmamak koşuluyla sosyal bir hayat yaşar ve sokaktan geçen ‘güneş’leri görür.

Kimdir bu güneşler?
Güneşler, Kadıköy, Bağdat Caddesi ve İstiklal Caddesi gibi mekanlarda sıklık gösteren, 16-25 yaş arası yakışıklı&marjinal insan topluluklarıdır. Skating olsun, fotoğrafçılık olsun, müzisyenlik olsun çeşitli marjinal spor ve sanat alanlarında etkin rol alırlar.

Zararları nelerdir?
Güneşler, genel olarak baştaki kendini kalça ve göğüsleriyle ispatlamaya çalışan ergen kız tiplerinin etrafında dolandıklarından standart ergen kızın kıskançlık içgüdüsünü depreştirir. Bu güneşlerin; Mercan, Bora, Adem , Cem –vebirikinciad-, Aytaç gibi isimleri vardır. Güneşler, güzel kızların etrafında parlarlar ve güzel kızların daha çok göze çarpmasını sağlayarak Facebook’a giren ‘tanımsız’ ergen genç kızların çileden çıkmasına sebep olurlar! Asıl sinir bozan nokta, bu Ademlerin kimsenin sevgilisi olmayıp, kendini ispatlamaya çalışan kızın en yakın arkadaşı ayaklarında, tabir caizse yavşağın önde gideni olmasıdır. Gerekirse evine gider, mesajlara boğar, doğum günü gibi özel günleri unutmaz, hediyeler alır ve bilimum çeşit sürprizde bulunur. Her saniye çevresindeki kızlara onları ne kadar sevdiğini söylediği yetmezmiş gibi, onlar hakkında kötü düşünen ‘tanımsız’ ergen genci bu uğurda küfürlere boğar.
Sonuç olarak, herkes bir Adem ister. Ama bütün Âdemler, güzel kızların çevresindedir, koparamazsınız.
Başta saydığımız kalp hırsızı dengesiz genç artık potansiyel bir Ademe dönüşmüştür. Tanımsız gence işine gelince yakın davranıp işine gelmediği genel zamanda standart kızın çevresinde fink atar. Yani artık o, standartların Ademi olmuş; döngüye uyum sağlamıştır.
Bu beklenilenin dışında bir olay gibi görünse de, yadsınamaz bir gerçektir.
Şimdi siz standart bir ergenseniz ve elinizin altında potansiyel bir Adem varsa kıymetini bilin ve kimselere kaptırmayın.

‘O salak kız yüzünden beni sattın Mercan !’

‘Ona bir daha bir şey dersen seni öldürürüm Ayça, ne zaman seninle ilgilensem, bıraktığımda triplere başlıyosun! Çok çocukça davranıyorsun!’

Gibi diyaloglar yaşamayın. Yaşadığınızda küfretmek için çok geç olacak. İçinizden küfretmekse hiçbir işe yaramayacak.

Okuduğunuz için teşekkürler.
Dipnot: Bu yazı, gerçek yaşamdan kesitler sayesinde yazılmıştır.