31.3.10

Jason Mraz A Beautiful Mess Live At The Nobel Peace Prize Concert

http://www.youtube.com/watch?v=VD9iDZHrQjw

Bir insan barışa ve huzura bu kadar yakışabilir.
Barış elçisi midir nedir?

Ademlere ne oldu?

Bahar gelince, şu duygusal havalardan çıkıp birazcık reel dünyaya bakma vaktim de gelmiş oldu.
Sonuçta bir lise öğrencisiyim ve yazdığım şeyler de benim iç ve dış dünyamı yansıtmalı.
Şu aralar kadar hep metafizik hakkında yazdım, biraz da dışarısı nasılmış, ona bakalım.

Ademler, hep oldukları yerdeler. Artık gözüme o kadar batmıyorlar. Orada burada sevgili Ayçacıklarıyla, ait oldukları yerlerdeler. Gerçekten alışılabiliyormuş. Ayça demişken, sayıları gün geçtikçe artıyor. İleriki hayatımda çalıştığım şirketteki insan kaynakları yöneticisinin o Ayça ve Ademlerden seçilecek olduğunu düşünüyorum ve ürperti geliyor hafifçene.

Ademler çok yakınınızda olabilir. Bahar aylarındaki hormonal reaksiyonlar, özellikle son sınıf Ademleri ciddi bir stresle beraber kontrol edilemeyecek hale getiriyor. Orada burada yürürken etrafınıza dikkatlice bakın ve kalçanızı fazla sallamamaya özen gösterin. Zira bütün bu önlemleri alsanız da, her zaman bir risk faktörü var, tecrübeyle sabittir. Örneğin, bahçede yürürken tanımadığınız biri tarafından 'Eski sevgilime çok benziyorsun, sana yazabilirim.' gibi, düşüncenin beynin motor konuşma merkezinden kontrolsüzce fırlayışına şahit olabilir ve bu durum karşısında yalnızca ve yalnızca arkadaşınızla öylece kalakalabilir, ya da 'Tarzını çok beğendim, tıpkı bir sekretersin.' gibi saçmalıklara şahsınız üzerinde göz yummak mecburiyetinde kalabilirsiniz.

Kalmak, kalakalmak size göre değilse, illa savaşacağım diyorsanız, uygulanabilecek en makul çözüm de tarafımdan tecrübe edilmiştir. İstifinizi bozmayın, sizi bir daha anmasın diye dileyerek, sesinizi hafiften kalınlaştırıp 'Aslında ben lezbiyenim.' dermişçesine, 'Eyvallah.' deyin. İşe yaradığını siz de göreceksiniz! Gerçekten inanılmaz!

Yalnızca Ademler değil, dediğim gibi Ayçalar da baharın etkisiyle baskın olma arzusu ve heyecanı içindeler. O kadar hareketliler ki, konuşurlarken seslerini kendi içimde hissedebiliyorum. Kahkahalar atarlarken 'Gel buraya oğlum!' diye adeta köpeklerine seslenirmiş gibi çığırmaları insanı ufaktan delirtebilir, bu havada giydikleri UGG'ları kafalarına geçirme isteği uyandırabilir!

Beyler, Ayçaların çağırılarına kulak asmayınız. Bir şey diyor değiller, yalnızca can sıkıntılarını ve 'görünür olma' çabalarını üstünüzden elde etmeye çalışıyorlar. Kulak astıktan sadece birkaç ay sonra duygusal ve maddi açıdan çökme eğilimi gösterebilirsiniz. Aslında pek de zararda olmazsınız, bu çöküşün karşılığını alabilirsiniz, fakat sonrasında duyacağınız 'cırlama, zırlama ve carlama üçlemesi' sizi yaz aylarından, belki de okulun yeniden açılacağı sonbahar aylarından soğutabilir. Bu kesinlikle tasdiklenmiştir.

Ya da 'Amaan n'aparsanız yapın, banane!'

Tencere ve kapağı ayırmayın, onlar öyle iyi oldular bu ara.
Uyuyan aslanı uyandırmayın yani.
Ha bi de, damlaya damlaya göl olur.

Pıtı pıtı dinimiz amin.




17.3.10

Ben Aslında Yoğum.



Günlerdir düşünüyorum da...
Ruh ve beden arasındaki geçişleri çözemeyeceğimi bile bile idrak etmeye çalışıyorum.
Ben varım, evet şu anda yaşıyorum diye.
Ruhsal olarak, herkeste var olan enerjiyi hissetmeye çalışıyorum.
Ki bu konuda da başarılı oluyorum, yaşamayı seven kişilerde...
Evet enerji parçalarıyız, evet yaşadığımız yer Dünya...
Ee?
Dünya dediğimiz şey, bize ne kadar büyük geliyor.
Galakside adım adım yürüdükçe, yok oluşa kadar gidiyoruz.
Aslında tozuz.
Evet, bunu biliyor olabilirsiniz siz de ama ben de yeni idrak etmekteyim bildiğimi.
Yani çok tuhaf...
Ben bir şey hissediyorum, diyelim ki aşık oluyorum.
(Aman tanrım ne kadar şanslıyım.)
Bunu ben hissediyorum, belki aşık olduğum kişi hissediyor.
Ee?
Bunun dünyaya katkısı ne oluyor?
Ne değişiyor?
Ben deliriyorum, gecelerce ağlıyorum belki...
Ya da eğer o da beni seviyorsa ikimiz de mutluluktan uçuyoruz bir süre...
Buna hiçbir şey engel olamıyor...
Ama bizim dışımızdakiler?
Onlar da kendi iç dünyalarında patlamalar yaşıyorlar.
Demek ki, sürekli hareket halindeki minik şeyleriz biz.
Yerçekimine dayanamıyoruz hemen yapışıveriyoruz yere.
Aşkın üstüne biz mi konduk, o zaten varolan bir şey miydi, yoksa can sıkıntısından mı ortaya çıktı?
Kutsal olan varoluşumuz, içimizdeki ruhsa, aşk da ruh kadar kutsal mı?
Pozitif, negatif, nötr diyoruz...
Asit diyoruz, baz diyoruz...
Kuantum diyoruz, duodenum diyoruz...
Önümüze gelen her şeyi isimlendiriyoruz.
Bunu nasıl ve neden yapıyoruz?
Kelimelerimiz var evet konuşabiliyoruz.
Sırf bu yüzden mi yani her şey?
Bilimadamları tesadüflerle çığırlar yaratmadı mı çağlardır?
Madem bu kadar yararlı şeyler yapabiliyoruz,
Neden sürekli kavga ediyoruz?
Neden hep kendi yarattığımız şeyleri istiyoruz?
Neden biraz da doğaya dönmüyoruz?
Kutup ayıları yaşadıkları buzullar için 'Konut vergisi' ödüyor mu, ya da kuşlar uçarken başka kuşların sınırına geçmek için izin istiyor mu?
Hayvan hakları diye bağıran insanlar onları doğal ortamlarından koparıp barınaklar ve bakım evlerine adeta 'tıkmak' istemiyor mu aslen?
Bunu sadece ben görmüyorum evet, herkes görüyor.
Hepimiz görüyoruz.
Gördüler, görüyoruz, görecekler...
Ee?
Şimdi hayat bu mu yani?
Derdim isyan değil, insanların kendiliğinden yarattığı kaosu bir de üstüne incelemesini eleştirmek...
Dünyadaki herkesin, ama herkesin, birkaç dakikalığına her şeyi durdurup ve susup, kendilerini sessizliğe, doğaya teslim ettiklerini hayal edin.
Huzur, öyle değil mi?
Oysa sizin 'huzur' tanımınız, trafiksiz bir haftasonu bir alışveriş merkezinde çılgınca alışveriş yapmak ve eve geldiğinizde (yine trafiğe takılmadan) bol toksinli yemeğiniz ve kahvenizin ardından sentetik yorganınızın altında derin ve dengesiz bir uyku çekmek, öyle değil mi?...
Tabii canım, siz uyuyun.
Bana sorduklarında da 'Çok tatlı uyuyordu, kıyamadım.' derim.
E, ben de insanım.

(:



Çok da kafa patlatmadan, gençliğimin tadını çıkarmayı dileyerek
Sevgilerle blogumu sonlandırıyorum.