22.12.09

Yağmur



Bana aldatıldığımı hatırlatan, beni bir daha aldatan ve beni ağlatan bir şarkısın sen yağmur.
Seni dinlerken kendimden geçtim.
Sen aşkla aldatıldın, dedin bana.
Kalbimdeki hava kabarcıkları bir bir patladı.
İlk başta kalbim öyle bir acıdı ki, hafifçe inledim.
Sonra hepsi gözlerime çıkıp, yaş oldu aktı.
Rahatladım.
Hiçbir şey tam olarak geçmese de...
Canım hala acıyor aslında; ama iyileşme acısı bu...
Sonu güzel bir acı...
Sonu acı güzelliğe inat.
Serinlik veriyorsun bana.
Beni tazeliyorsun.
İçimdeki iğrenç zehir akıp gidiyor damlaların saçlarıma düştükçe.
Gerçek kadar soğuksun.
Bir dost kadar önümden bıçaklıyorsun beni.
Yanan tenimde uçuyor, her yanıma dağılıyorsun.
Kana kana içiyorum seni, sonsuzsun, bitmeyeceksin.
Sana doyamam.
Bitiyorsun bugünlük, ama yine geleceksin, biliyorum.
Teşekkür ederim yağmur, ağladığımın farkına bile varmadım.


20.12.09

A day, I have to save in the words (:

Çok tatlı ve derin bir uykudan, sabah saat yedide uyandım.
Aslında tam uyanamadım, o kadar güzel bir rüya görüyordum ki, kalktıktan sonra kafamı yatağın öteki ucuna koyup tekrar daldım.
Bana göre bir saat, anneme göre onbeş dakika sonra, annem beni uyandırdı.
Hazırlandıktan sonra, lodoslu, sıcak bir havada yola çıktık.
Geç kaldığım için annem beni bırakmak istedi.
Her zamanki gibi dershaneye gittim ve altı saat boyunca beyin kabuğumun içine gerekli gereksiz bir sürü bilgi doldurdum.
Gelecek vaat etmeyen deneme sınav sonuç belgemi aldım.
Üzülecek gibi oldum, ama etkilenmedim.
Gün bitiminde, gayet mutlu ve huzurluydum.
Hiç olmadığım kadar dinamiktim aslında.
Bugün, güzel başlamıştı.
Otobüslere doğru yürürken, havanın tadını çıkardım.
Tepemde şen şakrak öten kuşlar kadar olmasa da...
İnsanlar bugün o kadar mutlu görünüyordu ki, her gördüğüm kişi ya kahkaha atıyor, ya da gülümsüyordu.
Her taraftan bebek ve çocuklar çıkıyordu karşıma.
Şaşkın, sevimli veya bomboş bakışlarla...
Otobüsüme yürürken, peronun başındaki çingenelerden biri elindeki darbukayla ritm tutmaya başladı:
'Takırakatikatak, tika tika tika tak!'
Önlerinden geçiyordum ki, adamcağız 'Vayt, kırmızı biberim!' diye seslendi.
Kırmızı palto ve kırmızı gözlük kombinasyonuyla bu süper ego bendim sanırım.
Bana saniyesinde bir şarkı oluşturduğu için, adama teşekkür etmeliydim.
Ama sadece onun görmeyeceği şekilde gülümsedim ve yoluma devam ettim.
Otobüste pek ilginç bir olay olmadı.
Sadece bir kadının bebek pusetini açmaya yardım ederken, bir diğerinin ayağına bastım ve yaşlı bir kadına yer verirken takla atma tehlikesi yaşadım.
Klasik...
Eve vardığımda nirvanaya ermiş kadar huzurluydum.
Kendimi direk, yatağa attım.

Bir iki saat sonra babam yanıma geldi ve beni uyandırdı.
'Beyoğlu'na gitmek isteyen?'
Biraz uyumak için yalvarsam da, işe yaramadı.
Çok uyumuşum zaten, mahmurlukla uyandım.
Bu pek özel bir şey değil aslında, klasik bir Pazar gezintisi...
Ama bugünü özel kılan bir şey vardı ki, tesadüfler zincirine tutuldum.
Ayrıca, biraz da çocukluğumu hatırladım.
Yılbaşı havası da esmiş zaten, hazırlıklar tamam.
Önce, sevdiğim bir çizeri gördüğümü sandım.
Sanırım oydu, ama emin değilim tabii...
Bence fazla benzetiyorum.
Giderken Nordsee'nin mükemmel sandviçlerinden bahsediyordum arabada.
Üç hafta kadar önce Beyoğlu'na da bir şubesi açılmış.
Kalbimiz temizmiş (:
Efe, Japon bir turistle sohbet etmek istedi.
Kadın sadece ve sadece, güldü.
Yağmur bastırdı ve iliklerime kadar ıslandım.
Tam o esnada, Bella Luna çalmaya başladı.
O halimin soundtrack'iydi kesinlikle...
Utanmasam, oradan geçen birini durdurup benimle dans etmesini isteyecektim.
Aslında utanmazdım da, ama insanların bana manyakmışım gibi bakmasından korktum sanırım.
Bir dahakine yanımda portatif dans partneri götüreceğim.

Kısacası, bu ruhu özlemişim.
Biraz büyüdüğümden, çok daha yoğun duygularla içime çektim.
Biraz daha büyüdüğümde,
İçime daha rahat çekebileceğim zamanlar olursa, aşık olacağıma eminim (:
Sevgiler, mutluluklar ve bilimum iyi dilekleer!

(:

8.12.09

Mevsimsel.

Eskilerden, geçmişten bir giriş ve
Şimdilerden bir sonuç
(:

Donuyordum.
Yazın ortasında, içimi buz kesiyordu.
Herkes terliyorken ben tir tir titriyordum.
Kesinlikle iyi değildim.
Aklımdaki tek şey, onun giderkenki yüzüydü.
Donuk, soğuk ve sert...
O kadar üşüyordum ki, annemin yumuşucacık ellerinin dokunuşları bile canımı acıtıyordu.
Kimse bana dokunsun istemiyordum.
Zaten bunu hiç istememiştim.
Kimse nasıl dokunacağını bilmiyor,
Hissetmiyor, benim tenimi isteyerek dokunmuyordu bana.
Ne aptalım.
Karşımdaki tatmin olmuş yüzleri, sevgi dolu gözlerle inc
eliyordum.
Beni gerçekten seviyor ve şefkatle okşuyorlarmış gibi...
Oysa tek istedikleri, sevgimden kaynaklanan serbestlikten faydalanmaktı.
Bunu o yaz geceleri boyu düşündüm.
Güneş, günler boyu beni kendime getirebilmek için göğe çıktı, ama ben yine de iyileşemedim.

Bir sonbahar sabahı, içimde daha önce hiç hissetmediğim kadar huzur hissederek uyandım.
İçimdeki kıpırtı, tanımadığım bir şeydi.
Yadırgayarak odamın balkonuna çıktım ve dışarıyı dinledim.
Rüzgar...
O uğultu, önceki gece içimdeki bütün huzursuzluğu almış, uzaklara götürmüştü.
Şimdiyse sonbahar yapraklarını kıpırdatarak bana göz kırpıyordu.
Görüyorum dostum, dedim. Benim için
varsın.
Başka yerlere essen de, beni asla es geçmeyeceksin.
Sen benim için hep olacaksın...
Daima, dünyada özel saydığım en güzel şey olacaksın.

İyileştim.
Bir kışa, gülümseyerek girebildim.
Şimdi o kadar güzel bir şey oluyor ki, adeta diriliyorum.
Yanıyorum.
Mevsimlerden kış olsa da ben, ısınıyorum.
Herkes üşüyor, ama ben sıcağı hissediyorum.
Ufak ufak düşen yağmur damlaları, hafifçe suratıma değiyor.
Serinlik veriyor.
Bütün sinirlerimin gevşediğini,
Damarlarımda akan kelebekler, beni uçuracakmış gibi hissediyorum.
Bağırmak, haykırmak istiyorum.
Her bir kelimenin anlamını en derinde hissediyorum.
Çünkü ben,
Seviyorum.