29.10.09

This Is It.

Bugünün benim için anlam ve önemi buydu sanırım.

Bunu yazın yazmıştım.

Öldüğünü öğrendiğim zamanlarda, içimi boşaltmak istediğimde...

This is it...

Seni taşımalarını istedin. Yalnızca bir insan olduğunu fark etmelerini bekledin. Flaşlardan nefret ettin. Beyazlıklar bir müddet kompleks yarattı benliğinde çünkü… Bağırmak istedin, sesin el verdiği kadar… Rahatlamak…

Ailenin küçük parçaları, çocukların… Onları korudun, barışa sahip çıktın, kitlesel mesajlar verdin.

Herkes özel hayatını eleştirdi; ama müziğine laf edebilen olmadı. Herkes seni taklit etse de, kimse senin gibi dans edemedi.

Evet, normal bir hayat değildi yaşadığın. Ekstra ordineydi. Aşkların, beğenilerin, kadınların, çocukların… Hepsi çok özeldi. Ağzından çıkan her bir harf, basılması yeni öğrenilen akorlardı. Kelimelerin arasındaki nefes alışların, ritmi yaratan inleyişlerin, dinlediğimiz şeylerin müzik olduğunu bize anlatmaya yetti. Ama kalıplaşmış övgüler sana yetmezdi. Bu nedenle kendi kendinin sıfatı oldun.

Aşkla besleniyordun, ırkçılığa kesinlikle karşıydın. Onları serbest bıraktın; ama seni yalnız bırakmalarını istemedin hiçbir zaman… Yalnızlığı sevmedin. Peter Pan’din, hep çocuk kaldın. Duyguların arasında çok kolay geçiş yapabildin. Yetmeyeceğini düşündün, uç noktaları severdin. Tabii ki de sanatçısın.

Burnun havada değildi, sadece estetik ameliyatlar biraz yıpratmış, onu kırmıştı; ama sen yine de ayaktaydın. Son konserin olacağını ilan ettiğinde, hayranlarının kalp atışlarını değiştirdin.

Hareketlerini beklediler, kasıklarından tutup da sert hareketlerle dönüşlerini, omuzlarını sallayışını, moonwalk’u hatta…

Bedensel arzuları aşkla harmanlayışın, herkesin anlayışını değiştirdi. Mutlaka bir şarkın, birilerinin hayatına jenerik müziği oldu. Ses tonun, kimi zaman huzur, kimi zaman şevk, kimi zamansa tahrik unsuru oldu. İnsanların kulaklarından gırtlaklarına, oradan da bütün uzuvlarına uzandın.

Sen, kelimenin tam manasıyla mükemmelsin.

Sen, kralsın.

Ölmedin, çünkü hala sesini duyabiliyorum.

Belki de iyi bir şey bu, mükemmel olarak gittin.

Bedeninin yokluğunun bilincinde olsam da, bir yerlerde huzur içinde olduğunu biliyorum.

Hayatta olsaydın, flaşlar seni boğacak, eleştiriler ve alaylar sana farklı krizler geçirtecek, iftiralarsa bayıltacaktı.

Bütün hayranlarının içindesin.

Dualar, iyi dilekler ve gözyaşlarıyla huzura erdin.

Tanrı, bütün günahlarını affetsin.

Ardında böylesine muazzam sesler, ritimler ve tonlar bıraktığın için; birçok insanın hayallerini, dönemindeki genç kızların rüyalarını süslediğin için sana milyonlarca kez teşekkürler.

Huzur içinde kal.

27.10.09

Everybody Loves Somebody




İçimde bir şeyler sürekli 'yaz, yaz, yaz...' diyor bana.
İlham perileri değil bunlar.
Bazı hisler fısıldıyor derinlerden.
Paolo Coelho'nun Maria'sı gibi;
'Aşk hakkında yazmalı, yazmalı ve yazmalıyım. Yoksa ruhum dayanamayacak.'

Yapı olarak romantik biriyim. Tamam, kabul ediyorum.
Ama neden?
Yani bugüne kadar bir sürü ilişkim oldu da, onları mı yad ediyorum ?
Aksine, yaşamadığım şeyler üzerine atıp tutuyorum, sürekli birilerine hayran oluyorum.
Atıp tutmak dediğim de, yüzeysel bir halde değil, içimde hissederek...
Ama neden?
Yapım böyle.
Ben buyum.
Ama neden?
Geçmişte ve bugünde bunun bana tek faydası hikayeler yazarken ilhamın sık gelmesi...
Romantiklik bu mudur?
İçini açtığınızda çingenelikten faşizme uzanan kompleks bir özü var o kelimenin.
Bense her anlamıyla romantiğim.
Faydasını gelecekte mi göreceğim bunun?
İşime yaramayacak bir şeyin içimde ne işi var?
Öte yandan onsuz yapamayacağımı biliyorum.

Sanki...
Sanki çocukmuşum da...
Elimde çok kıymet verdiğim tek bir çıkartmam varmış gibi...
Çıkartmayı nereye yapıştıracağımı kestiremiyorum.
Oraya buraya uydurmaya çalışıyorum ama koruyucusundan çıkarmıyorum.
Bir yere yapıştırmıyorum.
Çünkü bulduğum yerlere, çıkartmaya verdiğimden daha fazla değer biçiyorum.

Bu doğru mu?
Yani önüme gelen her güzel şeyi kendimden uzak tutmak ve içime almamak.

İçime almamak...
Alamamak...
Bunun için sebeplerim var aslında.
Almak istediğim anlar aklıma geldikçe, gözlerim doluyor.
Gurur kırıklıkları, beraberinde kıskançlık ve kin...
Boğulmak için yeterli sebeplerdi bunlar.
Şimdiyse bunları içimden atmak için, yerlerine yeni ve güzel şeyler almalıyım.
Derin nefeslerin,
İçime, en derine bir şeyler almanın vakti geldi.


Tatlı bir sonbahar rüzgarı...
İhtiyacım olduğu an esecek...
Hissediyorum.
En derinde...

20.10.09

Kahverengi Yaprağın Öyküsü.


Sonbahar...
Hem de tam ortası!
Bir bu kadar daha sonbahar olacak yani, ondan sonrası kış...
Benim için öyle çok şey ifade ediyor ki, yazacaklarım sadece bir özet olacak...
Hislerimi tercüme edecek bir kitap yazabilirim sonbahar hakkında.
Öyle hayranım sonbahara...
Sevmediğim tek şey, havanın erken kararması...
Kışın daha da fena bir hal alıyor bu durum.
Ama her neyse, bu kısmı tenzih ederek sonbaharı övmeye başlayabilirim.

Bir kere duygularınızı yoğun yaşayan biriyseniz, tam size göre bir mevsim bu.
Yazın rahatlığından yeni uyanmanın verdiği telaş ve heyecanı, bulutlu havalarda görebilirsiniz.
Okul ve çalışma hayatı yeniden başlar.
Düzendir sanki sonbahar.
Yapraklar dökülüp de fazlalıklardan kurtulmasıyla görebiliriz bunu...
Dedik ya, kışa hazırlanmak bir nevi...
Kahverengidir zaten sonbahar.
Kahverengi de öyle bir renktir ki, içinde her renk vardır.
Mavi, kırmızı, sarı, mor, yeşil, turuncu...
O kadar yoğundur ki, eğer dikkatle bakarsanız hepsini içinizde hissedebilirsiniz.
Doğa emmiştir adeta ara ve ana renkleri...
Rüzgarda ve yağmurda akmasın diye, ağaç gövdelerine, kurumuş yapraklara, kuru yapraklarla dolmuş yollara saklamıştır hepsini...
Ritmi o kadar narindir ki sonbaharın, vücudunuzun dengesini mevsime göre ayarlamak zorunda kalmazsınız.
Ne yavaş, ne hızlı... Rüzgarla süzülür, yağmur damlacıklarıyla akarsınız.
Baksanıza, ne kadar hafifsiniz!
Artık nemden uzak, serin ama ıslaksınız.
Ferah, öyle değil mi?




Bütün bunlar, hala yeşil olup da yapay duran ağaçta kendimi iyi hissetmeyince sararıp solmamla ortaya çıktı. O sentetik dünyada azınlık olmaktansa, doğallıkla bütün renkleri emdim ve yoğun bir kahverengi yaprak oldum artık. Ne de iyi oldu, güz dostlarımla aynı akışta, farklı ve mutluyum.

Canlı görünmesem de, artık her yerdeyim.

Bir gün, ağaçtaki diğer yeşil yapraklar da sarardığında,
Onlar benim yaşadığım yoğunluğu çok kısa bir süre yaşayacaklar.
Yani hayatlarında sadece yeşilin var olduğunu sanacaklar...
Kuşlar, onlara daha çok konmuş olacak, yara aldıklarında canları daha çok acıyacak.

Ben de rüzgar olup onlara eseceğim.

Daha ölmedim.

8.10.09

Breathe You Out



I wanted to turn my face to you.
I just felt a calm tune.
You were gone with the wind.

Inside me, there's a place for you.
Breathe yourself out, sent it to me
And when I breathe you in,
Don't go away with the wind again.

Circle in my body,
Circle my mind,
Circle my thoughts,
Then my heart...

Every breath I take,
You get more inside.
All I wanted was that
But when I relized your kingdom there,
You became a lump in my throat.

Then for the first time,
I wanted to;
Breathe you out...

2.10.09

Love blows my mind.

Hoşlanmak... Aşk... Sevmek...
Hepsi, basitleştirilip insanların dillerinde kirlenmiş kelimeler olmuş.
Ne kötü... Beğeniler ve hisler arasındaki dengeyi kuramıyor kimse artık.
Beğeniler açık ara farkla hislerden önde tutuluyor.
İnsanoğlu, bildiğini bilmekle iyi etmemiş anlaşılan.
Bazılarına dıştan bakınca kasıklarının ağrıdığını bile hissettiği anlar oluyor insanın.

Belki hoş bir duygu ama... 10, bilemedin 15 dakika sürüyor.
Harcamaya değecek bir vakit mi?
Bilemiyorum.
Basit ve düz yaşamak isteseydim, ne blog yazardım, ne müzik dinlerdim ne de romantizm meraklısı olurdum.
Bu ihtiyaçlarım nerden geliyor peki?
Aşktan mı?
Yoksa bütün bu sentetik olaylar beni aşka sürüklüyor mu?
Yo, hayır...
Çok canım yanmışken, bu hataya yeniden düşemem.
Hiçbir şeyin sonsuza kadar sürmeyeceğini bilerek de aşkın tadına varamam.
Yo, hayır...
Hayallerimi, arzularımı kontrol altına alamasam da, aşık olamam.
Olmamalıyım.
Dizginler, artık benim elimde.
Birileri benliğimi alıp uzaklara götürmediyse tabii...
Yo, hayır...
Merhametimi, vicdanımla aynı anda kaybetmenin acısını kaldıramam.
Kendimi çocuk hissetmek üzere küçülüyorum gittikçe.
Kadınlar ve erkeklerin arasında, ufak bir çocuk gibi...
Yo, hayır...
Beni kendilerine mahkum edemeyecekler.
Kurtarıcı birileri var elbet.
Dostlarım,
Alın, çekin, götürün beni romantizm denen tuzaktan uzaklara...
Ama ne olur, kalbime dokunmayın.
Ufak umutlar, yeni hayaller...
Hala hissetmem gerekenler var.