14.6.11

Küçük Şoklar

Hep aynı, hep aynı, hep aynı...
Çok değerli olduğunu sanırsın.
Bir tane.
En kıymetli...
Sonra düşünürsün, 'Ben bunları hak etmedim. Neden bu kadar iyiler?'
Çok sürmez cevabı buluşun.
Aslında sadece sen öyle sanıyordun.
Sadece cismen bir değerdi bu sana verilen, anlamıyordun.
Bakarsın suratlarına.
İfadeler aynı sahtelikle gülümsüyor.
Sana güvenini yitirmiş, sana inancını çoktan kaybetmiş gözler senin gözlerinden kaçıyor bile.
Artık sevginin kıymeti kalmamış, şansını çoktan yitirmişsin belki de...
Ne yaparsan yap, asla değiştiremeyeceğin acılar taşıyorsun içinde...
Kendi ellerinle katlettiğin hayatların izlerini...
Her bir çizgide, her bir noktada...
Asla kaçamayacağın kadar büyüyen bir karanlıkta....
Yapayalnız kaldığın o küçük sığınağında...
Bunların gerçek olduğuna inanmak istemediğin çığlıklarında...
İlk kez gerçekten akan gözyaşlarında...
Küçülüyorsun gün geçtikçe, büyümek yerine...
Neyi tutup güç alacaklar ki senden?
Neye güvenip de sana bırakacaklar?
Bu asla olmayacak...
Şimdi hepsini yutuyorsun,
Gülümsüyorsun aynı sahtelikle...
Kıymetin, kadirin, vefanın anlamını kendine hatırlatarak...
İçine ağlıyorsun, dudakların gülüyor,
'Önemli değil...' diyorsun.
Ben sineye çekerim...

1.5.11

Kayıp Ruhlar

Sadece her şey iyi gitsin istiyorken, her şeye yabancılaştığım dakikalar oluyor. Şu anda bile, kelimeleri kendi ellerimle yazamıyor olmak, içime garip bir his düşürüyor. Kocaman binalar, gelecek diye tasarlanmış acınası yığından camlar...
Yol kenarı yeşillikleri ve genetiği değiştirilmiş lalelerle ne yaptığınızı sanıyorsunuz? Dalga mı geçiyorsunuz?
İndirim... Sadece göz yanılmalarıyla karma karışık kadın kafasını tavlamak için tasarlanmış aptal etiketler... Vitrinler sadece sentetik ürünlerle dolu... İç etikete bakınca, sentetik ürünleri herkesten daha organik insan olan, minicik Uzak Doğulu çocuklar yapıyor. Bir metal para avucuna değince, buz gibi korku yüreğine yapışıveriyor, ama buna da şükür diyor.
Stres... I love New York kupasındaki kadar sahte bir stres... Sadece egzos dumanıyla dolu, takım elbisenin içinde olmaktan nefret eden bir adam... Nedir bu senin çektiğin, acı mı? Gerçekten acı mı? Öfkelendiğinde, bir sebebin var mı? Yorulduğunda, dinlenmeyi hak ediyor musun? Duyguların neler, onları tanıyor musun?
İnsanlar aşık olur takım elbiseli, biliyor musun? Herkes sadece senin parana bakmayacak, gün gelecek belki kalbine dokunmak isteyecekler... Düşünmek istemiyor musun, vaktin mi yok?
Neden buradasın o zaman?
Bu dünya üzerinde ne yapıyorsun?
Paranı kazanıp, güzelce geçiniyorsun...
Bak bakalım o paralarına, yıpranmış paralarına... Sana bir şeyler anlatıyorlar mı?
Anlamazsın tabii... Aklını kaybetmiş olan benim.
Peki sen, sen neyini kazandın?


6.4.11

İstanbul, Orman ve Mimar Sinan

Bugün eve dönerken, yere bakıyordum. Ben genelde yere bakarım gerçi ama, bugün biraz daha bir şeyler arayarak baktım.
Yeşil bir şeyleri...
Islak yeşili...
Çünkü hayalimde oluşan şey, şu kasvetli havayı bir ormana çevirip o ormanın içinde koşa koşa ağlamak yahu. Ne bileyim, garip bir istek belki ama, kafamdaki elektriği anca öyle giderebilirim diye düşünüyorum.
Hayallerim genelde doğa anayla baş başa kalmak fonuyla oluyor. Yani mutlaka o işin içinde olmalı, olmalıydı hep zaten. Ben burda yaz tatili gelsin diye beklememeliydim. Zaten Olympos gibi bir yer olmalıydı İstanbul da...
Aşık olunası şehir, onun için başka bir blog yazmak lazım.
İlk başta, neyini seviyoruz buranın derdim. Trafik dert, insanlar insanlığın zor zanaat olduğu kanısında, suratlar asık...
Ama yalnız başıma vapurla seyahat...
Unutulmaz dakikalardı benim için.
Sanırım, 15 dakika boyunca beni deli sandılar.
Çünkü 15 dakika boyunca gülümsedim boğaza,
Topkapı'ya, Galata'ya...
Arkasından Üsküdar'a ve Mimar Sinan'a...
Akranım olsa çıkardım Mimar Sinan'la bu arada.
Haydin öptüm.

29.3.11

Yeni Bir Q seviyesi

Az evvel bir yazı okudum. Bir profösör, ülkemiz liselerinden çıkan gençlerin cahil kalacaklarını ifade etmiş açıkça. Sebep de şudur diye düşündüm; liselerdeki gençlerin IQ seviyesinden, EQ seviyesinden daha da yüksek bir şey var:
AQ seviyesi...
Açık ve net olarak AQ seviyemiz, her tür seviyemizden daha yüksek.
Bu mudur yani geleceği garanti altına almış, kendine güvenen gençlik?
Küfretmek değil buradaki spot ışıkların gideceği yer, küfür etmeye sebep olan şeyler... Ya da küfrün bu kadar sakız olması ağızlara, orta yerde, yerli yersiz ifade edilmesi.
Hayat şartları ağır ya da başka bir deyişle stres dolu olabilir. Ama bu mudur stres atmanın tek yolu? Basitleşmek, adileşmek mi?
Ben hiç küfretmeyen bir insan olsam, hadi diyeceğim, ben anlamıyorum.
Ama en azından ağzımı belli yerlerde tutuyorum canım, olmaz ki.
Sen bugün burda bi şeylere koyarsan, yarın öbür gün patronun sana koymayacak mı sanıyorsun?
İnsan olmak ve geleneksel bazı değerlere sahip çıkmak, yerden çöp toplamak bile ağır geldiği için herkese, daha da zor geliyor.
Ama gelmesin, mümkün olduğunca dikkat edilsin ki, ileride insanların birbirine bakabilecek yüzü olsun.

22.2.11

Yeniyetme'ye

Benden küçük birini gördüm. Büyümemiş, öğrenmek istediği çok şey vardı.
Sanki, daha duyması lazımdı, görmesi, hissetmesi...
'Aşk, hormondur.' dedi.
Bir kere tanım yaptı, orada kaybetti!
Sorarım size, kafamızın içindeki Romeo ve Juliet'in hormonlarını hangimiz hesaba kattık?
Genç William Shakespeare, o gençliğin verdiği hormonal güçle, hormonlar üzerine mi kurdu hayallerini?
Cevabınız evet ve bütün bunlar gerçekten realistlikten mi?
Ne olur, biraz sakinleşin...
Şimdi,
Kendi içinize inip, şu kalbinizin atışını bir dinleyin...
Neden kalp, neden hayata bağlandığınız nokta seçilmiş duyguların merkezi olarak, böbreğiniz değil de?
Neden kanınızla akmış, damarlarınızda gezinmiş duygularınız, yanaklarınızı kızartmış, sizi titretmiş...
Neden tuvalette bunu hissetmemişsiniz?
Hayati fonksiyonlarınızın bu kadar içinde olması bir yana, neden cinselliğinizle alakadar bütün organ ve bezlerinizin arasında akıp gitmiş senelerce?
Ah, affedersiniz. Seks ve aşk birbirinden çok farklı şeyler, doğru. Önce aşık olunur, sonra seks uyanır.
?
Öyle mi olur?
Daha önce hiç sevişmedim, iki anlamda da.
Ama, iki kavramın aslında tek bir şey ifade ettiğini düşünüyorum.
Bir olmak.
Tek.
Yani, toplumda anlaşılmayan nokta bu.
Çünkü hassasiyet ve duygusallık aşağılanacak kadar 'suç'.
Seks bir tabu, çünkü anlamıyoruz.
Bekaret, töre ya da benzeri faktörler de yok değil elbet.
Ama ilk etapta, masallara olan inancımızı kaybetmişiz.
Gücü, cam binaların gökyüzüne ulaşan katlarında bulmuşuz.
'Şimdi aşık olmanın sırası değil' demişiz ve kendimizi ertelemişiz.
Korkmuşuz. Kontrol edilmekten...
Birini gördüğümüz ilk anda, gözlerine bakmaktan.
Hayatımızı değiştirmekten...
Kendi deyimimizle 'gücümüzü' kaybetmekten...
Oysa ki aşk, en büyük güçtür.
Yani ne hormondur, ne de enzim.
Aşk, sadece iki insan arasında akıp gider, onları da sürükler.
Ama sadece akan şey değildir.
Gerisi, kelimelerin ifade edemeyeceği kadar tanımsızdır...

Yeniyetme'ye....

28.1.11

İçten Gelen Gülümseme



Unutuyorum.
Arada gülümsemeyi unutuyorum mesela.
Unutmak, özgürlüktür.
Bense neşenin kölesiyim adeta.
Donup kalıyor gözlerim, eksikliğini fark ettiğim anda.
Nefesin, titreyişin...
Sevginin...
Var olduğuna emin olduğum, inandığım sözler, beni terk etmeyin.
Siz de olmasanız, ne yapardım bilmiyorum.
Belki de sadece biraz şefkattir özlemini çektiğim.
Kabul edemediğim, sadece kalbini dinlemeyenler belki de...
Gözlerim doluyor, sebebini bilmiyorum.
En güzeli de bu ya, nedensiz yere titremelerin...
İçimde doğan bir şey ve sahipsiz...
Sahibini bulmak istemeyen, zamanı gelene kadar bekleyen ve belki ilhama dönüşen...
En tepeye bakarak, orada olduğumu hayal ederek zıplamak...
Uçmak...
Sonra da düşeceğimi bilmek ve düşünce uyanmak...
Yara almak ama hoş bir acıyla...
İyi niyetin ve güzelliğin hayaliyle...
O bembeyaz, nazik gülümsemeyle...
Her zaman, benim olduğunu bilerek ve bir o kadar hasretini çekerek...
Şimdi de, tam göğsümde gülümseyerek...