Benden küçük birini gördüm. Büyümemiş, öğrenmek istediği çok şey vardı.
Sanki, daha duyması lazımdı, görmesi, hissetmesi...
'Aşk, hormondur.' dedi.
Bir kere tanım yaptı, orada kaybetti!
Sorarım size, kafamızın içindeki Romeo ve Juliet'in hormonlarını hangimiz hesaba kattık?
Genç William Shakespeare, o gençliğin verdiği hormonal güçle, hormonlar üzerine mi kurdu hayallerini?
Cevabınız evet ve bütün bunlar gerçekten realistlikten mi?
Ne olur, biraz sakinleşin...
Şimdi,
Kendi içinize inip, şu kalbinizin atışını bir dinleyin...
Neden kalp, neden hayata bağlandığınız nokta seçilmiş duyguların merkezi olarak, böbreğiniz değil de?
Neden kanınızla akmış, damarlarınızda gezinmiş duygularınız, yanaklarınızı kızartmış, sizi titretmiş...
Neden tuvalette bunu hissetmemişsiniz?
Hayati fonksiyonlarınızın bu kadar içinde olması bir yana, neden cinselliğinizle alakadar bütün organ ve bezlerinizin arasında akıp gitmiş senelerce?
Ah, affedersiniz. Seks ve aşk birbirinden çok farklı şeyler, doğru. Önce aşık olunur, sonra seks uyanır.
?
Öyle mi olur?
Daha önce hiç sevişmedim, iki anlamda da.
Ama, iki kavramın aslında tek bir şey ifade ettiğini düşünüyorum.
Bir olmak.
Tek.
Yani, toplumda anlaşılmayan nokta bu.
Çünkü hassasiyet ve duygusallık aşağılanacak kadar 'suç'.
Seks bir tabu, çünkü anlamıyoruz.
Bekaret, töre ya da benzeri faktörler de yok değil elbet.
Ama ilk etapta, masallara olan inancımızı kaybetmişiz.
Gücü, cam binaların gökyüzüne ulaşan katlarında bulmuşuz.
'Şimdi aşık olmanın sırası değil' demişiz ve kendimizi ertelemişiz.
Korkmuşuz. Kontrol edilmekten...
Birini gördüğümüz ilk anda, gözlerine bakmaktan.
Hayatımızı değiştirmekten...
Kendi deyimimizle 'gücümüzü' kaybetmekten...
Oysa ki aşk, en büyük güçtür.
Yani ne hormondur, ne de enzim.
Aşk, sadece iki insan arasında akıp gider, onları da sürükler.
Ama sadece akan şey değildir.
Gerisi, kelimelerin ifade edemeyeceği kadar tanımsızdır...
Yeniyetme'ye....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder