25.6.10

Great Escape


Ağustos böceklerinin şarkıları beni hiç bu kadar neşelendirmemişti. Gecenin bir vakti, oturdum onları dinliyorum. Hava kapalı, parçalı bulutlu... Gök gürlüyor arada, ama endişe etmiyorum, buraya yağmur yağmaz.
Çocukluk tatillerimin geçtiği, yüzmeyi öğrendiğim yerdeyim. Burası öyle sakin, öyle güzel ki, ruhumun dağılmış parçalarını topluyorum her köşeden. Anılarımı, deniz dalgalarında saklanmış aceleci ayak çırpışlarımı, derine yüzerkenki telaşımı... Hepsini içime çekiyorum geniz yakan bir iyot kokusuyla.
Hatırlıyorum da, bikinileriyle sahilde kitap okuyan, öte yandan da kardeşlerine kolluk takıp, hem de kolluk görevini kendileri yapan genç kızlara, ablalara özenirdim 6-7 sene evvel bu kumlarda. Şimdiyse, ben o abla olmuşum, etrafımdaki minik kızlar gözlerini bana dikmiş beni izliyorlar. Öyle parlak bakıyor ki hepsi, oturup kumdan kalelerine yardım etmek istiyorum her birinin!
Ne yazık ki burada 3 gün kalabiliyoruz, hava muhalefeti bizi mahvetti. Lakin tepede uçan yamaç paraşütlerinden birinde ben de olmadan, şurdan şuraya gitmiyoruz! Tabii ki şaka ediyorum, ama hayali o kadar harika ki pembe muşamba tarafından taşınmanın...
Biri konik, diğeri yayvan olan iki dağ arasındaki bu mükemmel mavi yeşil suya hoşçakal demek hiç de hoş olmayacak aslen, ama yapabileceğimiz bir şey yok. Tadı damağımızda kalsın.
Abla olmak, Begüm Abla olmak, çok ilginç bir duyguymuş. Yani hem düşündüğüm gibiymiş, hem de çok da büyük bir şey değilmiş. Hem siyah hem beyazmış anlayacağınız (:
Şimdi de benim için çölde su kadar kıymetli olan bu nimete, internete veda etme vakti. Yarın erken kalkacağım.
Şu klişe de iyi ki varmış aslında:
Akdeniz akşamları, bir başka oluyor.
Adrasan...




11.6.10

Ben buyum aaabii, böyle kabul etçen yeeani.

İnsanları olduğu gibi kabul etme konusunda sıkıntı çekiyoruz sanırım hepimiz. Sanki insan dediğimiz bir tipmiş, herkes ona uymak zorundaymış gibi. Genelde ben de yargılıyorum mesela insanları, bu hataya ben de düşüyorum. Ama ben insanlar aynı tip şeyleri yaptığında yargılıyorum. Bu da hoş olmayabilir, bu da benim hatamdır. Üstlerine alınmalarına gerek yok.
Mesela ben bu satırları yazarken, aşağıda birkaç üniversite öğrencisi gitar çalıp şarkı söylüyor. Gecenin bu saatinde. Bence gayet hoş, 7. kattan konser dinliyorum. Fakat en alt kattaki kedi sevgisiyle dolu teyzelerden biri, buna 'nıç nıç' diyerek şikayette bulunabilirler, bulundular mı bilmiyorum. Özgür bıraksalar, müziği içlerinde hissetseler hiçbir şey kötü olmayacak. Sonuçta bu bir yaz gecesi, öyle değil mi? Vergilerinizi mi etkiliyor?
Müzik demişken... Şu ünlülere olan takıntım konusunda son zamanlarda fena halde negatif eleştiri almaya başladım. Abartıyormuşum, çocukçaymış. Bunun için bir savunma yapacak değilim. Ama gücüme gitmedi de diyemem. Çünkü insanlar benimle zaten konuşmak istemiyormuş, bunu da bahane ediyorlarmış gibi hissediyorum.
Evet, ufak tefek şeyler söyleyeceğim galiba. Ben kendimi bildim bileli, böyle bir insanım, değişmek de işime gelmiyor çünkü böyle mutluyum. O hayranı olduğum kişilerdeki minik şarkı sözleri, kelimeler, hareketler, davranışlar... Hepsini incelediğimde çok farklı şeyler görebiliyorum, yeni şeyler öğrenebiliyorum. Bundan enerji alıyorum. Mutlu oluyorum.
Mutluluğumdan rahatsız oluyorlarsa, kendileri bilirler. Beni ben olduğum için, her şeyimle kabul eden insanlar kalsın zaten çevremde, gerisine gerek yok. Zaten satırları geçtikçe, beni ben olduğum için seven insanlar kendilerini bilecekler.
Gece gece aklıma bunlar geldi... Gitar çalanlar ilham oldu galiba bana, bilmiyorum. Ben buyum aaabi, böyle kabul etçen yeaaani!
Öyle belli şahıslara yazmadım, üstüne alınmak isteyen alınabilir ya da alınmayın ya niye alınıyosunuz.
Hadi iyi geceler.

6.6.10

Hebelehübele

Kaç zamandır yazayım yazayım diye aklımdan geçiriyorum, ya vaktim olmuyor ya da içimden gelmiyor. Nihayet kendimi koltuğa şöyle bir atıp, olan bitenleri sakin kafayla düşünme fırsatı bulabildim. Hava da yağmurluyken, arka fonda tahmin edeceğiniz gibi Rain'in başı çektiği yağmur temalı şarkılarla, bloguma başlıyorum :)
Okul bitti, benimse bütün arkadaşlarım gibi ciddi bir tatile ihtiyacım var. Yazlık tatili değil de, daha çok gezip yeni yerler görmek, fotoğraflar çekmek, biraz tırmanmak, belki yamaç paraşütü, bilemedin bungee jumping yapmak istiyorum. Pardon, çok mu abarttım?
Tamam, belki biraz abarttım; ama akranlarım ya da şu üniversite sınavının nasıl bir maraton olduğunu bilen okuyucularım ne demek istediğimi anlıyorlardır. Bir şekilde bütün olan biten ne kadar yük varsa üzerimden atmalı ve güzel bir şekilde başlamalıyım koşuya.
Tabii arada aksilikler olacak, takılıp düştüğüm zamanlar, ağır yaralandığım zamanlar olacak; ama hayatımın geri kalanını amacıma ulaşmış bir tatta geçirmenin zevki çok daha başka olacak.
Hayal kurmuyorum, puanlarım belli bir seviyeyi aşamazken eskisi gibi Boğaziçi hayallerim yok, artık bir meslek hayalinin peşindeyim. Herhangi bir mühendislik değil, diş hekimliği değil, tıp değil, tasarımın hayalini kuruyorum. Günümüz favori mesleklerinden endüstriyel tasarımın. Evet, zorlu bir dönem beni bekliyor; ama amacıma hangi okulda olursa olsun (ki bildiğim birkaç özel üniversitenin güzel sanatlar bölümünde bu meslek dalında eğitim veriliyor) ulaşabilirim, bu güzel. Riskleri, nazarı ya da batıl inançların hepsini göze aldım ve hesaba kattım, her şey hayallerimle sabit durumda :)
Hani hiç mi bir şey yapamadım, o zaman gerçekten hüsrana uğrarım tabii, yıkılırım. Ama ne bileyim, belki bir daha şansımı denerim, belki de yazmaya iyice asılır, amatör dergilerde şansımı denerim, belli mi olur.
Endüstriyel tasarım, bence bana biçilmiş kaftan gibi. Hem yaratıcılığımı kullanabileceğim, hem bir şeyler üretebileceğim hem de bunun için bana para verecekleri bir meslek! Gerçekten şaşırıyorum para alacağımı düşündükçe. Hem gönüllü yapacağım, hem de bana para verecekler, hadi canım!
Bu fikir nereden aklıma geldi? Yani bunca zamandır bilgisayar mühendisi olacağım dedim, mimar olacağım dedim ama endüstriyel tasarım bir anda nereden çıktı böyle, hem nasıl emin olabiliyorum? Nasıl emin olduğum konusunda bir şey söyleyemem, fakat nereden çıktığı çok açık: çok sevdiğim ve hayran olduğum ünlülerin ayakkabı, promosyon ürün, albüm kapağı, konser dekorları, ışıkları v.b. tasarlayan yakın arkadaşları! Gerçekten beni çeken şey bu oldu. Örneğin Mika'nın ayakkabı tasarımcısı arkadaşı Christian, yalnızca ayakkabı tasarlıyor olduğu halde hayatından oldukça memnun, Jason Mraz'in tasarımcı arkadaşı Stefan, herkesten çok daha mutlu! Evet, böyle olmak istiyorum.
Mika demişken, geçen hafta Cumartesi, hayatımın en güzel günlerinden biriydi! Hatta sanırım en güzeliydi! Miller Freshtival'a katılmak ve Mika'yı en önden izlemek, gerçek olduğuna inanamıyorum. Bir de üstüne çiçeğimi almış olması ve bana bir kere de olsa o mükemmel şekilde gülmesi, son anda sahneden atılan tacı kapmam... Gerçekten hala inanamıyorum. Pek önemli görünmese de, benim için önemli durumlar anlayacağınız. Mika, ekibi ve sizin için minik, benim için büyük adımlar... :)
İrem, bebeğim sana sesleniyorum (Oha blog bi anda şekil değiştirdi. Parantez içi de pek uzun oldu. Banane ya, özgür blog değil mi istediğimi yaparım oğlum.) Mika senin için bi daha gelecek ve kulis yapacağız onunla, hem de öyle bi kulis ki ben burda açıklayamam ki o derece anla yani dadlukuşum. Zaten içinde kalmasın hiç güzel söylemedi, hiç öyle güzel değildi. Rain'i akustik söyledi, olur mu öyle şey? Sahnede kıçını kaşıdı mesela, çok tatlıydı ama değmezdi yani boşver. Zaten ben ileride sekreter olucam, sekreter olamazsam groupie olurum, hallederiz bi şeyler. Sen canını sıkma. Öptüm canım. (Aa kıza bak blogu messenger, twitter gibi kullanmış demeyin ya, olur öyle.)
Canlarıms, beni özleyin baay.