Havasız, basık bir yer burası.
Karşımda dikilmiş duruyor.
Bakışlarından rahatsız olmuyorum.
Burada yalnızca ikimizin oluşundan da...
Ben, ona güveniyorum.
Ben, ona inanıyorum.
Aslen, nefes alamıyorum.
Ama ona, başımın ağrıdığını söyleyip surat ifademe bir sebep uyduruyorum.
"Lütfen' diyorum, 'Devam et..."
"Sen zayıf, güçsüz ve hassas bir kızsın. Hayatsa karanlık, zor ve yorucu... Çok masum, tatlı bir kızsın. Ama hayat sana göre değil."
'Hayat, sana göre değil.' , 'Seni yavaşça öldüreceğim.'in dolaylı versiyonu olmalı. Tabii, o kadar masum ve safım ki, bunu anlamıyorum. Başımı sallıyorum.
"Fazla mutlusun. Mutlulukların sonu, hüzünle biter."
Bu da, 'Biraz mutsuz ol, acı çek. Bunu ben sağlarım.' demek oluyor. Burası, iyice basmaya başladı beni. Zoraki gülümsüyorum.
"Dışarısı, korkunç. Hayatın merkezi o kadar karmaşık bir yer ki, sen orada hayatta yürüyemezsin. Oraya çıkmana izin veremem."
'Bırak, ben ve arkadaşlarım hayatın tadını çıkaralım.' demek oluyor bu.
Tam da, 'Sen beni kısıtlayamazsın.' diyerek çıkacakken, beni bu havasız yerde, iltifatlar içinde bırakıyor.
'Sen harika birisin. Hoşçakal.'
Yarattığı kaosa uygun olsun diye, gülümsüyor ve kapıyı yavaşça kapatıyor.
Kapıyı açmak için uzanacakken, nefes aldığımı sanıyorum.
Ama hiçbir şey hissetmiyorum.
Burada hava yok.
Boğuluyorum.
Bir şeyler beni çekiyor gibi hissediyor ve yere düşüyorum.
Uzun bir uykuya düşüyorum.
Evet, evet!
Aylar sonra, tıpkı masallardaki gibi bir kurtarıcı ve en sevdiğim dostlarım geliyor.
Kapıyı açıp, beni derhal oradan çıkarıyorlar.
Yüzüm havaya temas ettiği an, boğazım yanıyor.
Ben kimin kucağındayım?
Ellerini vücuduma değdirdiği eklem yerlerim yavaşça karıncalanıyor.
Kim o?
Beni sıcak bir kayanın üstüne yatırıyor.
Ondan ayrılmayı sevmedim, ama kayayı hissedebiliyorum.
Sert ve sıcak.
Hissedebiliyorum.
Tanrım.
Sıcaklığın kaynağı, gözlerime değiyor.
Bu, güneş...
Aralanıyor gözlerim, kamaşıyor.
O, bunu fark ediyor ve güneşle arama o dopdolu gözlerini sokuyor:
"Hepsi geçti. Artık kimse sana zarar veremeyecek."
Bana ellerini uzatıyor.
Ben buna alışık değilim.
Hayat, acımasız ve zor değil miydi?
Peki ya bu el nereden çıktı?
Ellerini tutuyorum.
Sımsıcak.
Bana bir şeyleri anımsatıyor.
Önce kalkmama yardım ediyor.
Ama ben bacaklarımı hissedemiyorum.
Düşüyorum.
Düşmek...
O derin uykuya yeniden düşmek istemiyorum!
Hayır!
Ellerimi arkama koyup, kalkıyorum.
O kadar zayıfım ki, titremeye başlıyorum.
Ama yine de yürüyorum.
Kalabalığı hissediyorum.
Hepsi, benim için var.
Yavaş tonlarda bir alkış kopuyor.
Bu nedenle yadırgamıyorum sesi.
Tanıyorum hemen.
"Bu inanılmaz, ellerini bıraktığımı bile fark etmedin." diyor o.
Bütün zayıf görüntümle gülümsüyorum.
Alkışın şiddeti artıyor.
Yavaş yavaş şişmeye başlıyorum.
Normal bir hale gelince, alkış duruyor.
Kalabalıktaki herkes, bana teker teker sarılıyor ve kalbime dokunup, uzaklaşıyorlar.
Onları çok seviyorum.
Sona, o kalıyor.
Dopdolu gözleriyle içimi ısıtıyor.
Kanımın akmasına minik kuşlar yardım ediyor.
Karnımda bir karınca sürüsü dolaşıyor.
O da gidiyor.
Ama giden herkes gibi, o da içime bir şeyler akıtıyor.
Bütün susuzluğum kesiliyor.
Yalnızım.
Ama artık hava var.
Beni boğan o adamı hatırlıyor musunuz?
O artık yok.
Ona artık inanmıyorum.
Ona artık güvenmiyorum.
Beni az kalsın öldürüyordu.
Hayatımın bütün o tadı kaçmıştı.
Anlamsızlık...
Şimdiyse, eskisi kadar olamasa da,
Birileri o tadı geri getirmeye çalışıyor.
Göğsümdeki sevgi kırıntılarına şükranlarımı sunuyorum.
Herkes, o parçalarla beni diriltti.
Sevgim, dopdolu ve capcanlı artık...
Ben ağlarken beni izlemeyin.
Boş ve cansız sevgiler,
Lütfen benden uzak durun.
Hoşça kalın.
Kar taneleriyle yüzen kız
Ayaklarını sağlam bastığı bir kayanın üstünden.